Guy
Sorunu sor hemen cevaplansın.
guy teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- adam {i}
Örnek Cümle:
Niçin adamları topluyorsunuz?
-Why were you picking up guys?
Örnek Cümle:
İş yerindeki adamların karının seni başka bir kadın için terk ettiğini duyuncaya kadar bekle.
-Wait till the guys at work hear that your wife left you for another woman.
- herif {i}
Örnek Cümle:
Hadi yakalayalım şu herifi.
-Come on let's catch that guy.
Örnek Cümle:
Tom öyle herifleden nefret eder.
-Tom hates guys like that.
- takılmak {f}
Örnek Cümle:
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
-I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
Örnek Cümle:
Sanırım Tom siz arkadaşlarıyla iki gece peş peşe takılmak istemiyordu.
-I think Tom didn't want to hang out with you guys two nights in a row.
- alaya almak
- herifçioğlu
- adamcık
- ip
- vento
- alay et {f}
Örnek Cümle:
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
-The guys all made fun of him.
- tip {i}
Örnek Cümle:
Tom o tip bir adam değildir.
-Tom isn't that type of guy.
Örnek Cümle:
O, kolay pes eden bir tip değildir.
-He is not the sort of guy who gives in easily.
- i., k.dili. adam
- taklit et
- çıkarılan veya indirilen yükü yerinde tutan halat
- gemi direklerini yerlerinde saptayan halat
- halatla tutturmak
- acayip kıIıklı adam
- halat/adam
- germe kablosu {i}
- korkuluk {i}
- acayip kılıklı tip {i}
Örnek Cümle:
Barın önünde çok sayıda acayip kılıklı tipler takılıyordu.
-Several guys were hanging around in front of the bar.
- germe halatı {i}
- alay etmek {f}
- bağlamak {f}
- rezil etmek {f}
- gergi kablosu
- halat
- herifin
- gergi teli
- gergi halatı
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
-Individual freedom is the foundation of democracy.
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
-Individual liberty is the essence of democracy.
- person
- kişi
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
-You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Japonya'ya gitmek istemeyi tercih etmemin sebebi onların çalışkan ve dürüst kişilikleridir.
-The reason I prefer to go to Japan is that the people in Japan are hardworking and have honest personalities.
- associate
- birleştirmek
- friend
- dost
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
- gentleman
- centilmen
O, mükemmel bir centilmendir.
-He is a perfect gentleman.
O gerçek bir centilmen.
-He is a real gentleman.
- individual
- birey
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
-We must respect individual liberty.
- people
- millet
İngilizler becerikli bir millettirler.
-The English are a practical people.
Çinliler cana yakın bir millettir.
-The Chinese are a friendly people.
- gentleman
- beyefendi
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
-Sir Harold is a fine English gentleman.
O mükemmel bir beyefendi.
-He is a perfect gentleman.
- partner
- ortak
Sadece Tom'la ortak oldum.
-I just made Tom partner.
Biz rakibiz, ortak değil.
-We're competitors, not partners.
- dude
- ahbap
Parti harikaydı ahbap.
-That party was great, Dude.
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
-Are we gonna get some wine, dude?
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- buddy
- {i} ahbap
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- kid
- çocuk
Hiç çocukların var mı?
-Do you have any kids?
Annem ben çocukken öldü.
-My mother died when I was a kid.
- man
- insan
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
-Many people worry about paying their bills.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
-Today, many people worry about losing their jobs.
- wise guy
- ukalâ
Hiç kimse ukalayı sevmez.
-Nobody likes a wise guy.
- man
- erkek
Onun bir sürü erkek arkadaşı var.
-She has too many boyfriends.
Kaç tane erkek kardeşin var?
-How many brothers do you have?
- boy
- {i} delikanlı
Karthik bir delikanlıdır.O iyi bir delikanlıdır.
-Karthik is a boy. He is a good boy.
Bazı delikanlılar tenis oynar diğerleri futbol.
-Some boys play tennis and others play soccer.
- friend
- {i} ahbap
- associate
- {i} iş arkadaşı
- people
- ulus
Yahudiler Tanrı tarafından seçilmiş bir ulustur.
-Jews are a people chosen by God.
Amerikalılar demokratik bir ulustur.
-The Americans are a democratic people.
- friend
- {i} arkadaş
Arkadaşım Korece çalışıyor.
-My friend studies Korean.
Batman, Robin ile arkadaştır.
-Batman is friends with Robin.
- kid
- küçük çocuk
- boy
- {i} oğlan
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
- boy
- erkek çocuk
İki erkek çocuk yemeklerini kendi aralarında pişirdi.
-The two boys cooked their meal between them.
Ben erkek çocukların şarkı söylediğini duydum.
-I heard the boys singing.
- people
- insanlar
Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
-After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
Seyahat, insanları bilgili yapar.
-Traveling makes people knowledgeable.
- partner
- eş
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
Tom asla benim eşim değildi.
-Tom was never my partner.
- guy rope
- (Askeri) lente ipi
- guy wire
- takviye kablosu
- guy cable
- gemi direği halatı
- guy fawkes day
- 05.Kas
- guy rope
- gemi direği halatı
- guy rope
- germe halatı
- guy wire
- germe teli
- guy fawkes night
- Guy Fawkes gece
- guy line
- adam çizgi
- guy lombardo
- adam Lombardo
- guy's
- adam
- Guy Fawkes
- (isim) guy fawkes
- Guy Fawkes
- {i} guy fawkes
- guy derrick
- (Askeri) halatlı dikme vinç
- guy derrick crane
- (İnşaat) gergili derik vinç
- guy fawkes day
- 5 kasım
- guy fawkes day
- guy fawkes'in yakalanış günü
- guy fawkes day
- beş kasım günü
- guy leg
- (İnşaat) gergi ayağı
- guy pin
- tespit pini
- guy pin
- tespit çivisi
- guy pin
- (Askeri) GERGİ KAZIĞI, LENTE KAZIĞI: Gergi telini, gergi halat veya ipini germek için yere çakılan kazık
- guy rope
- (Askeri) GERGİ İPİ, GERGİ HALATI, LENTE İPİ: Bir çadırı tespit etmek üzere yere çakılmış kazığa başlanan ip, bir yapıyı tespit etmek için yere demirlenen halat
- guy wire
- (Askeri) LENTE KABLOSU
- individual
- özgün
- individual
- {s} birbirinden ayrı
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
-Society and the individual are inseparable.
- buddy
- arkadaş
O benim eski içki arkadaşım.
-He's my old drinking buddy.
Acını hissediyorum, arkadaş.
-I feel your pain, buddy.
- associate
- {i} ortak
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
- mate
- arkadaş
O benim iş arkadaşımdır.
-He is my working mate.
Tom ve ben ruh arkadaşlarıyız.
-Tom and I are soul mates.
- friend
- koruyan kimse
- associate
- {i} öğretim üyesi
- friend
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- pal
- arkadaş
Jiro Avustralya'daki mektup arkadaşı ile haberleşiyor.
-Jiro communicates with his pen pal in Australia.
Onun birkaç mektup arkadaşı var.
-She has a few pen pals.
- individual
- {s} kişisel
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
- buddy
- lan/arkadaş
- kid
- küçük
Bu çocuk küçük bir şeytan.
-That kid is a little demon.
Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- associate
- arkadaşlık etmek
- associate
- bağdaştırmak
- buddy
- kanka
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- gentleman
- bey
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
-Tom was every inch a gentleman.
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
-I met a certain gentleman at the station.
- individual
- fert
- buddy
- kafadar
- fellow
- arkadaş
O her zaman iş arkadaşlarından izole edilmiştir.
-He is always isolated from his fellow workers.
Kallben iyi bir arkadaştır.
-He was a good fellow at heart.
- individual
- {s} özel
- buddy
- dili arkadaş
- people
- {i} 1. birileri: Be quiet! There are people in the next room. Sus! Yandaki odada birileri var. Are there people in the next room? Bitişikteki
- buddy
- kardeş
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- kid
- kandırmak
- Friend
- (isim) Enis">(isim) Enis
- Friend
- (isim) Enise">(isim) Enise
- associate
- {s} birleşmiş
- associate
- bağlı olan
- associate
- arkadaş
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- buddy
- birader
- fellow
- akademi üyesi
- friend
- {i} tanıdık
O gerçekten bir arkadaş değil, sadece bir tanıdık.
-He is not really a friend, just an acquaintance.
Onun birçok tanıdıklar ancak birkaç arkadaşı var.
-He has many acquaintances but few friends.
- individual
- {s} şahsi
- individual
- {i} şahıs
- people
- {f} insan yerleştirmek
- man
- yönetim
Bay Johnson dikkatsiz yönetimi nedeniyle kaybedilen para miktarı hakkında endişe ediyordu.
-Mr Johnson was concerned about the amount of money that was being lost because of careless management.
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
-The union bargained with the management.
- associate
- yarı/muhabir üye
- associate
- birlikte
- associate
- birliktelik kurmak
- associate
- tabi
- associate
- (Ticaret) hukuki ortak
- associate
- (Ticaret) yardımcı
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- associate
- (Ticaret) meslektaş">(Ticaret) meslektaş
- associate
- (Ticaret) ticari şirket ortağı
- associate
- ilişkilendirilmiş
- associate
- iş ortağı
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
- associate
- (Ticaret) ortalı">(Ticaret) ortalı
- associate
- (Ticaret) ortaklık etmek
- associate
- (Ticaret) yasal ortak
- associate
- ortaklık
- associate
- (Ticaret) ticari şirketin ortağı
- associate
- ilişkilendirme
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- (Ticaret) katılan
- associate
- (Politika, Siyaset) ortaklık yapmak
- associate
- (Matematik) yandaş">(Matematik) yandaş
- associate
- (Ticaret) iştirak
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- boy
- çocuk garson
- boy
- erkek genç
- boy
- uşak
- boy
- ufaklık
- boy
- kızan
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- fellow
- (Argo) genç adam
- fellow
- emsal
- fellow
- herifçioğlu
- fellow
- (Argo) delikanlı">(Argo) delikanlı
- fellow
- yakın arkadaş
- fellow
- üniversite öğretmeni
- friend
- yakın
Adanın sakinleri cana yakındır.
-The inhabitants of the island are friendly.
Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz.
-We number him among our closest friends.
- friend
- dostça davranmak
- friend
- yoldaş
- friend
- can
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Tom hâlâ tamamen eskisi kadar arkadaş canlısı.
-Tom is still just as friendly as he used to be.
- friend
- ayaktaş
- guys
- beyler
Hey, beyler, beni bekleyin!
-Hey, guys, wait for me!
Siz beyler niçin öyle öfkelisiniz?
-Why are you guys so angry?
- guys
- çocuklar
Arabanda çalışan çocuklar ne yaptıklarını biliyor gibi görünmüyorlar.
-The guys working on your car don't seem to know what they're doing.
O mağazanın önünde takılan çocuklar benim bir polis olduğumu biliyorlar.
-The guys hanging out in front of that store know I'm a cop.
- guys
- herifler
Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
-You guys are totally clueless.
- individual
- (Tıp) individual
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- kid
- genç
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
-My mother used to read me stories when I was a young kid.
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
-Don't pick on younger kids.
- little guy
- küçük adam
- man
- yeterince insan olmak
- man
- adam vermek
- man
- zevk
Ben sadece Zürih'e taşındım ve birçok şeyi yapmaktan zevk alıyorum.
-I have just moved to Zurich and enjoy doing many things.
Bu vakitten sonra adam ve karısı birlikte o kadar mutlu yaşadılar ki onları görmek bir zevkti.
-From this time the man and his wife lived so happily together that it was a pleasure to see them.
- man
- kimse
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
-I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
Hiç kimse adaylığı kazanmak için yeterli oy almadı.
-No man received enough votes to win the nomination.
- man
- kent çapında ağ
- man
- koca
Onlar karı koca oldu.
-They became man and wife.
Onlar karı kocaymış gibi davranıyorlar.
-They pretend to be man and wife.
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- mide
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
-The way to a man's heart is through his stomach.
Midesi dolu olan bir insan kimsenin aç olduğunu düşünmez.
-A man with a full belly thinks no one is hungry.
- mate
- birbirine geçirmek
- mate
- (Tıp) mate
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- people
- kişiler
Cömertlik bazı kişilerde doğuştandır.
-Generosity is innate in some people.
Romatoid artrit belirtileri olan kişiler, ne yedikleri konusunda çok dikkatli olmalılar.
-People with rheumatoid arthritis symptoms should be careful about what they eat.
- people
- beşer
- people
- kalabalık
Yarış, bir milyona yakın bir kalabalık tarafından izlendi.
-The race was watched by a crowd of nearly a quarter of a million people.
Kalabalık bir insan grubu toplandı.
-A large crowd of people gathered.
- people
- ümmet
- people
- el
- people
- dünya
Dünya aptal insanlarla dolu.
-The world is full of dumb people.
Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.
-A lot of people want peace all over the world.
- people
- insanoğlu
- tough guy
- kabadayı
- tough guy
- taş fırın erkeği
- wise guy
- (Bahis) tecrübeli bahisçi
- gentleman
- {i} bay
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
-Mr. Hawk is a kind gentleman.
O bir bayan olduğu için, bu yüzden o bir beyefendi.
-As she is a lady, so he is a gentleman.
- person
- adam
Tom sempatik bir adam.
-Tom is a likeable person.
Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.
-A young person is waiting for you outside.
- associate
- {f} ortak ol
- associate
- düşünmek
- associate
- birleşmek
- associate
- hakları sınırlı üye
- associate
- ortak çalışma arkadaşı
- boy
- Vay canına!
- boy
- Üf!
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- buddy
- lan
- buddy
- ulan
- dude
- züppe adam
- fall guy
- keriz
- fall guy
- kurban
- fall guy
- abalı
- fellow
- benzer
- fellow
- kişi
- fellow
- hemcins
- fellow
- dost
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- fellow
- adam
Tüm hatalarına rağmen, o iyi bir adam.
-For all his faults, he is a good fellow.
Böyle bir adamla tartışılmayacağını bilecek kadar akıllı olmalısın.
-He ought to know better than to quarrel with such a fellow.
- gentleman
- adam
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
- gentleman
- {i} kibar kimse
- individual
- her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- individual
- individuallyayrı ayrı
- individual
- insan
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
- individual
- başlı başına
- individual
- kişi
Benzer simaları olduğu için polisin iki kişiyi birbiriyle karıştırmış olması muhtemel.
-It is likely that the police confused the two individuals as they both had similar facial features.
Toplumdaki değişiklikler kişilerden gelir.
-Changes in society come from individuals.
- individual
- tek
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- {s} 1. her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- people
- kimse
Hiç kimse kaç kişi öldüğünden emin değildi.
-No one is sure how many people died.
Biz hiç kimsenin kendi kısa vadeli kazançları için Amerikan halkından yararlanmadıklarından emin olacağız.
-We're gonna make sure that no one is taking advantage of the American people for their own short-term gain.
- people
- akrabalar
- people
- kodak üyeleri
- people
- kişi
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
-Only a few people showed up on time.
Konserde çok fazla kişi vardı.
-There were too many people at the concert.
- man
- adam
Polis bir adamla sokakta konuştu.
-The policeman spoke to a man on the street.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
-The old man was hard of hearing.
- Man
- Man
- a wise guy
- akıllı bir adam
- associate
- {f} ilişkilendir
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
-When we say liberty, we associate it with Lincoln.
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- benzetir
- associate
- ile görüşmek
İlgili Terimler
guy teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- Son
- nihayet
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
-Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
-Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Kumaş için ölçü
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
İlgili Terimler
guy teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- An effigy of Guy Fawkes burned on Bonfire Night
- A male given name
Örnek Cümle:
He looked like an innocent child, smiling, wide-eyed, his cheeks plump and rosy, defying the object of his insults to take offence. For they were insults, Guy was in no doubt about that. Leonora's brother was implying that his name was far too upper-class for its possessor.
- To make fun of, to ridicule with wit or innuendo
Örnek Cümle:
Terry Kilmartin , applauded for every ‘um’ and ‘ah’, knew that he was being guyed and had the charm to make it funny.
- people
Örnek Cümle:
I wonder what those guys are doing with that cat?.
- thing, creature
Örnek Cümle:
The dog's left foreleg was broken, poor little guy.
- To equip with a support cable
- A male
Örnek Cümle:
Jane considers that guy to be very good looking.
- A support cable used to guide, steady or secure something
- thing, unit
Örnek Cümle:
This guy, here, controls the current, and this guy, here, measures the voltage.
- To exhibit an effigy of Guy Fawkes around the 5th November
- An effigy of a man burned on a bonfire on the anniversary of the Gunpowder Plot (5th November)
- stay-rope
- a rope to keep a heavy body steady while hoisting or lowering, or to confine a boom forward {n}
- male first name {i}
- given name, male
- To steady or guide with a guy
- A guy is a man. I was working with a guy from Manchester. see also wise guy
- a rope or cable that is used to brace something (especially a tent)
- Guy (Guido) Fawkes was one of the Gunpowder Plotters Effigies in his likeness are destroyed on Bonfire Night, and have become known as "guys "
- A grotesque effigy, like that of Guy Fawkes, dressed up in England on the fifth of November, the day of the Gunpowder Plot
- Rope, chain, or rod attached to brace, steady, or guide
- A cable for steadying, guiding or holding something, like an antenna
- To fool; to baffle; to make (a person) an object of ridicule
- Also called a brace A line used to control the movement of the object at the other end, such as a spar
- A man (in plural, also people of either sex)
- an informal term for a youth or man; "a nice guy"; "the guy's only doing it for some doll"
- A steel wire used to support or strengthen a structure
- A rope or wire used to control a spar or derrick
- To make fun of to ridicule with wit or innuendo
- Cables attached to a tripod or tower to increase stability Our 30 foot towers must be guyed Other towers and tripods may be guyed if increased stability is required
- a rope or cable that is used to brace something (especially a tent) an effigy of Guy Fawkes that is burned on a bonfire on Guy Fawkes Day an informal term for a youth or man; "a nice guy"; "the guy's only doing it for some doll"
- fellow, chap (Slang); reinforcing rope; anchor, chain {i}
- A rope used to adjust the position of a spinnaker pole
- steady or support with with a guy wire or cable; "The Italians guyed the Tower of Pisa to prevent it from collapsing"
- you guys attempt to revive the distinction between a singular and plural you to avoid confusion between the two uses
- make fun of; secure with rope; secure with a chain {f}
- subject to laughter or ridicule; "The satirists ridiculed the plans for a new opera house"; "The students poked fun at the inexperienced teacher"; "His former students roasted the professor at his 60th birthday"
- a cable, chain, rod, or rope that checks and controls movement or holds a structure or part in fixed alignment or position
- A rope, chain, or rod attached to anything to steady it; as: a rope to steady or guide an object which is being hoisted or lowered; a rope which holds in place the end of a boom, spar, or yard in a ship; a chain or wire rope connecting a suspension bridge with the land on either side to prevent lateral swaying; a rod or rope attached to the top of a structure, as of a derrick, and extending ob
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.